NVMe (Non-Volatile-Memory-express) Nedir? | M.2 veya M2 Slotu Nedir?

Merhabalar. Bu yazımızda sizlerle yeni nesil SSD’ler üzerinde duracağız. SSD (Solid State Drive), katı durum diskleri olarak Türkçeye çevrilebilir. Böyle deyince de pek bir şey anlaşılmıyor doğrusu. Şöyle diyelim: Sabit (manyetik) disklerimizin yerini alan yeni nesil kalıcı depolama ünitesidir. Katı durum diski denmesinin sebebi de manyetik disklerin içerisindeki hareketli disk kafası mekanizması gibi bir mekanizmanın SSD’lerde olmayışıdır. SSD diskler denince akla gelen ilk iki şey hız ve performans olacaktır. SSD diske sahip bilgisayarlar hızlı açılma ve programları hızlıca yükleme veya çalıştırma gibi önemli özelliklere sahiptir. Bir tür RAM bellek teknolojisini içerisinde barındıran ancak RAM’lerden farklı olarak verileri kalıcı olarak saklayabilen bir bellek türüdür SSD. Sabit disklerdeki ortalama yazma hızı 150 MB/s iken SSD’lerde bu hız ortalama 500 MB/s civarındadır. Hal bu olunca maliyeti de yüksek oluyor. Tabi bu, SSD’lerin ilk zamanları için geçerli bir durumdu. Şimdi SSD’leri gün geçtikçe daha az maliyetle satın almak mümkün. Nedenini ise yazımızın devamında açıklayalım.

Klasik 2.5 inch’lik SSD’ler SATA ara yüzü (SATA SSD’ler) ile sisteme bağlanırken yeni nesil SSD’ler dediğimiz NVMe’lerde (Non-Volatile-Memory-express) sistem bağlantısı PCIexpress veri yolu ile gerçekleştirilmektedir. Bu sayede SATA SSD’lerdeki 500 Mb/s’lik yazma hızı NVMe SSD’lerde PCIe ara yüzü ile 3500 Mb/s’yi aşmaktadır. Yani temel fark bağlantı arayüzünden ve form faktöründen kaynaklanmaktadır. Bu bağlantı ara yüzü farkı ile 6 katlık bir hız farkı ortaya çıkmaktadır. SATA SSD’lere kıyasla da oldukça küçük bir ebattadırlar.

NVMe’ler, yeni nesil anakartlardaki M2 veya M.2 adı verilen slota takılmaktadır. NGFF (next generation form factor) olarak da bilinen M2 standardı, mSATA standardının yerini almıştır. M2, SSD’ler ve diğer aygıtların (WIFI adaptörü gibi) anakarta bağlanmasında kullanılan yeni nesil bir standarttır. Masaüstü bilgisayarlarda, laptoplarda ve tabletlerde kullanılmaktadır. Kullanımı da giderek yaygınlaşmaktadır. Çoğu modern masaüstü bilgisayarda 2 ya da 3 adet M2 slotu bulunmaktadır. M2 aygıtlar bağlantı arayüzü olarak SATA, PCIe veya USB veri yoluna sahiptirler. Ancak bu aygıtlar çoğunlukla SATA veya PCIe ara yüzlerini kullanmaktadırlar.

Günümüz SSD’lerinin üç ayrı form faktörü mevcuttur. İlki, SATA SSD olarak geçen 2.5 inch’lik SSD’dir. İkincisi M.2 slotuna takılan M2 SSD’dir. Sonuncusu ise PCIe Card SSD olarak bilinen SSD türüdür. Form faktörlerinin ilki SATA ara yüzünü kullanır ve maksimum veri yazma hızı 600 Mb/s’dir. NVMe SSD’lerde bu hız PCIe ile birlikte 3500 Mb/s’yi aşmaktadır. Kısacası NVMe’ler, SSD’lerin çok daha küçük ve hızlı versiyonlarıdır diyebiliriz. Bağlantı ara yüzü olarak M2 slotuna takıldığını ve PCIe veri yolu kullandığını söyleyebiliriz. Son olarak; NVMe’lerle birlikte SATA SSD’lerin fiyatlarında da düşüş yaşanacağı aşikardır.

Selection Sort | Seçerek Sıralama

Merhabalar, bu yazımızda sıralama algortimalarından selection sort algoritması üzerinde duracağım. Selection sort, veri yapılarında veya programlama dersleri içerisinde sıklıkla kullanılan bir sıralama algoritmasıdır. Bize sırasız olarak verilen bir dizinin sıralanmasında kullanılır. Oldukça basit ve anlaşılır bir algoritmadır. Algoritmanın sıralama mantığı ise şu şekilde işler:

İlk adımda dizideki en küçük eleman bulunur. Bu en küçük elemanla dizinin en başındaki elemanın yeri değiştirilir. Bir sonraki adımda dizinin ikinci elemanından başlanır. Dizideki bir sonraki en küçük elaman bulunur ve dizinin ikinci elemanı ile bu elemanın yerleri değiştirilir. Sıralama ve yer değiştirme işlemi dizideki son eleman yerine yerleştirilene kadar bu şekilde devam eder. Daha anlaşılır olması için algoritmayı bir örnek üzerinden açıklayalım.

Bize sırasız olarak 6 elemanlı şöyle bir dizi verilmiş olsun: 3 – 5 – 1 – 2 – 7 – 4. Şimdi bu dizinin elemanlarını selection sort algoritmasına göre adım adım sıralamaya çalışalım:

    1. Adım: 1 – 5 – 3 – 2 – 7 – 4
    2. Adım: 12 – 3 – 5 – 7 – 4
    3. Adım: 123 – 5 – 7 – 4
    4. Adım: 1234 – 7 – 5
    5. Adım: 12345 – 7

Şimdi yukarıdaki algoritmanın adımlarını sırasıyla açıklayalım: İlk adımda; dizinin en küçük elemanı olan 1 bulunur ve dizinin ilk elemanı olan 3 ile yer değiştirir. Bir sonraki adımda dizinin ikinci en küçük elemanı olan 2 bulunur ve dizinin ikinci elemanı olan 5 ile yer değiştirir. Her adımda; dizinin yerleştirilen son elemanından sonraki kalan kısmına bakılır ve bu kısımda bir sonraki küçük eleman aranır. Bulunan eleman ile bir önceki adımda yerleştirilen elemanın sonrasındaki elamanın yerleri değiştirilir. Yani her adımda dizinin bakılan eleman sayısı da bir artırılmış olunur. Kırmızıya boyanmış elemanlar o adımda yerine yerleştirilen elemanı gösterir.

Kısacası selection sort; her adımda dizinin en küçük elemanın arandığı; bulunan eleman ile dizinin başındaki elemanın yerlerinin değiştirildiği bir sıralama algoritmasıdır. Bir sonraki aramaya, yerine yerleştirilen elemandan sonra başlanması gerektiği de unutulmamalıdır. Algoritma, dizideki (n-1). eleman yerine yerleştirilene kadar çalışmaya devam eder.

Bubble Sort | Kabarcık veya Baloncuk Sıralama

Merhabalar, bu yazımızda sıralama algortimalarından bubble sort algoritması üzerinde duracağım. Bubble sort, veri yapılarında veya programlama dersleri içerisinde sıklıkla kullanılan bir sıralama algoritmasıdır. Bize sırasız olarak verilen bir dizinin sıralanmasında kullanılır. Algoritmanın sıralama mantığı ise şu şekilde işler:

Dizinin ilk elemanından başlanır. İlk eleman ile ikinci elemanın karşılaştırması yapılır. Elemanlardan küçük olan başa geçer, büyük olan ile dizinin bir sonraki elemanının karşılaştırması yapılır. Eğer ilk eleman ikinci elemandan küçükse herhangi bir yer değiştirme işlemi yapılmaksızın bir sonraki elemana geçilir. Bu sıralama algoritmasında dizi n defa yani eleman sayısı kadar döner. Birinci adımdan sonra dizinin en büyük elemanı en sona yerleşmiş olur. Daha anlaşılır olması için algoritmayı bir örnek üzerinde açıklayalım. Bize sırasız olarak 6 elemanlı şöyle bir dizi verilmiş olsun: 3 – 5 – 1 – 2 – 7 – 4. Şimdi bu dizinin elemanlarını bubble sort algoritmasına göre adım adım sıralamaya çalışalım:

    1. Adım: 3 – 1 – 2 – 5 – 4 – 7
    2. Adım: 1 – 2 – 3 – 4 – 57
    3. Adım: 1 – 2 – 3 – 457
    4. Adım: 1 – 2 – 3457
    5. Adım: 1 – 23457

Şimdi yukarıdaki algoritmanın adımlarını sırasıyla açıklayalım: İlk adımda; İlk ikili eleman olan 3 ile 5 karşılaştırılır. 3, 5’ten küçük olduğu için yeri değişmez ve sıradaki ikili elemana geçilir. Bir sonraki adımda: 5, 1’den büyük olduğu için 5 ile 1’in yeri değiştirilir. Daha sonra 5 ile 2 karşılaştırılır ve yerleri değiştirilir. Sonra 5, 7 ile karşılaştırılır ancak 5, 7’den küçük olduğu için yeri değiştirilmez ve bir sonraki adımda 7 ile 4 karşılaştırılır. 7, 4’ten büyük olduğu için yerleri değiştirilir. Böylece en büyük eleman ilk adımda dizinin sonuna yerleştirilir. 2. adımda 2. en büyük eleman, 3. adımda 3. en büyük eleman … dizi sonuna yerleştirilir. Her adımda bir eleman yerine yerleştirilmiş olunur. Kırmızıya boyanmış elemanlar o adımda yerine yerleştirilen elemanı gösterir.

Kısacası bubble sort; diziye ait elemanların ikili gruplar halinde karşılaştırıldığı, büyük olanın küçük olanla yerlerinin değiştirilerek her adımda sona taşındığı bir sıralama algoritmasıdır. Algoritma, dizi sıralı dahi olsa yer değiştirme işlemi yapılmayana kadar çalışmaya devam eder. Her adım, dizideki eleman sayısı kadar elemana bakmayı ve onları kontrol etmeyi gerektirir. Eğer adımlardan herhangi birinde bir yer değiştirme işlemi yapılmamış ise algoritma sonlandırılabilir. Böylelikle işlem çok daha az adımda ve kısa sürede gerçekleştirilmiş olur. Algoritmanın iyileştirilmesi noktasında da kullanılabilir.

Tamamen Ücretsiz Derslerle Fransızca Konuşmayı Öğrenin

learn-french-with-me

Merhabalar, geçtiğimiz yazımızda sizlere kariyer seçiminden ve kariyerimizin hayatımızdaki öneminden bahsetmiştim. Hatta bu konuda yazdığım yüksek lisans tezime ait materyalleri sizlerle paylaşmıştım. Umarım izlemişsinizdir 🙂 Eğer hala izlemediyseniz buraya tıklayarak izleyebilirsiniz. Bu yazımızda da kariyerimizi çok daha iyi bir noktaya taşımamıza olanak sağlayacak bir yöntemden dil öğreniminden bahsedeceğim. 1,5 milyardan fazla insanın konuştuğu İngilizce artık bir zorunluluk haline geldi ve kime sorsanız yabancı dili İngilizcedir muhakkak 😉 Siz farklı olmak ve farkınızı ortaya koymak istiyorsanız şayet Fransızca öğrenebilirsiniz mesela. En azından ben öyle yapayım dedim ve gerçekten Fransızca öğrenmeye karar verdim. Sizlere de kesinlikle tavsiye ederim.

Okullardaki klasik öğrenme yöntemlerini bir kenara bırakın ve bu noktada da alışılmışın dışına çıkın. İnteraktif videolar ile Fransızca’ya merhaba deyin. Profesyonellerin eşliğinde Fransızca dilini kolaylıkla öğrenin. Benim de son günlerde keşfettiğim bu kanalda Fransızca konuşmayı kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Kanal açılalı henüz bir hafta olmuş. Bu bizim için sanılanın aksine kötü değil iyi şey aslında neden diyecek olursanız; eş zamanlı olarak yeni içerikleri takip edebilir ve bu süreçte kendinizi sürece adapte edebilirsiniz. Fransızca yazılışı itibariyle her ne kadar zor bir dil olsa da ben şimdiden ilk video ile tanışma diyaloglarını çok iyi bir şekilde öğrendiğimi düşünüyorum. Aslına bakarsanız bu konuda çok daha fazla şey söylemek mümkün. Bu konuda yazdığım bilimsel bir makalem de mevcut hatta. Makalenin ikincisi de yolda bu arada 😉 Ben daha fazla lafı uzatmadan sizlerle ilgili bağlantıyı aşağıda paylaşıyorum. Sizler de hiç vakit kaybetmeden başlayın bence:

Yararlı olması dileğiyle…

Tıkla ve izle: https://bit.ly/2znIluV

Mesleki Rehberlik, Mesleki Kariyer, Teori ve Uygulamalar

Meslek seçimi hayatımızdaki en önemli karar anlarımızdan bir tanesidir. Böylesine önemli bir kararı vermeden önce mesleğinizi nasıl ve neye göre seçmeniz gerektiğini hiç düşündünüz mü? Daha da önemlisi nasıl bir kişiliğe sahip olduğunuzu, mesleklerin özelliklerini, kişilik özellikleriniz ile seçmeyi düşündüğünüz mesleğin özelliklerinin uyumlu olup olmadığını hiç merak ettiniz mi? Hırslı, atılgan ve enerjik bir bireyin memurluk gibi masa başı bir işte başarılı olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Merak ettikleriniz ve çok daha fazlası bu kısa yazının akabinde sizlerle paylaşılan hem eğlenceli hem de öğretici videolarda. Bilimsel bir çalışmanın ürünü olan bu videolar olağanüstü bir emek ile hazırlanmıştır.

Mesleki rehberlik ve kariyer konularında en popüler teorilerden biri olan Holland’ın Kişilik Tipleri | Tipolojisi | Kuramı tüm detayları ile sizlere anlatılmaktadır. Bireyin kişilik özellikleri ile iş çevrelerinin birbirine olan uyumundan hareketle bireye en uygun mesleğin hangisi ya da hangileri olabileceği üzerinde durulmaktadır. Bu kapsamda iş çevreleri ile uyumlu olarak 50’ye yakın meslek grubunun tanıtımı da yapılmaktadır. Üzerinde pek çok bilimsel çalışma yürütülen bu teoriyi sizler de öğrenmek istemez misiniz? Yüksek Lisans tezim kapsamında çeşitli öğrenme öğretme yaklaşım ve teorileri ışığı altında profesyonel bir şekilde tasarladığım bu video materyaller sizlere ücretsiz olarak sunulmaktadır.

Yararlı olması dileğiyle…

Tıkla ve izle: https://bit.ly/2LOXNTZ

Bir hayalim var…

I have a dream

   Bir hayal kurarsınız, kimi zaman beraberinde kırıklıklarını da… Bir hayal kurarsınız; içinde güzel bir gelecek, güzel bir iş ve imanınızın yarısı olacak olan güzel bir eş… Öyle bir hayal kurarsınız ki anlatmaya kıyamayacağınız, sanki üçüncü bir şahsın öğrenmesinin hepsini yakıp yıkacağını düşünürsünüz. Çok da haksız sayılmazsınız aslında. Yaptığımız en büyük hatalardan biri de hayallerimizi gürültülü bir şekilde kurmamızdır bizim. Aynı gürültüyle yerle yeksan olacağını bile bile… Ne güzel söylemiş Hz. Ömer: “Ben derdimi ne dostuma söylerim ne de düşmanıma. Zira dostum üzülür, düşmanım sevinir. Beni en iyi Rabbim bilir.” diye. Hayaller de öyle işte… Çok fazla kişinin bilmesi, çok çabuk bitmesi demektir.

   Kimse inanmaz, inanmak istemez sizin o işi başarabileceğinize. Her önüne gelen taş koymak ister yolunuza, karşılaştığınız onca güçlük yetmiyormuş gibi. Sizden daha sabırsızdırlar ayrıca, bitmek bilmez ‘hâlâ’lı cümleleri vardır onların. Kimi zaman en uzağınızdakiler kimi zaman da burnunuzun dibindekiler. O yüzden bir hayalim var… Yıllar öncesinden kurduğum ve birileriyle paylaşmanın pişmanlığını yaşadığım. Ama olsun, gene de bir hayalim var. Ya hiç olmasaydı!.. Ne kadar ürkütücü değil mi? Korkmayın! Asıl ürkütücü olan bu değil çünkü. Asıl ürkütücü olan; hayalinize olan inançsızlığınız ve umudunuzu yitirmişliğinizdir. Her geçen günün, saatin, anın… umudunuzdan ve inancınızdan bir şeyler çalıp gitmesi. Bu durumun sizi üzmesi yetmiyormuş gibi başkalarını memnun etmesi… Fazlasıyla ürkütücü değil mi? Soruyorum şimdi sizlere. Ne için yaşıyorsunuz? Bir hayaliniz var mı? Yoksa sizin de hayatınız kimilerinin ki gibi inat olsun diye mi? İnadına mı yani her şey?.. Yapamadı demesinler, yaptım işte görün! diye mi? Yoksa siz gerçekten istediğiniz için mi? Durup bir düşünün; sonucunun sizi ne denli mutlu ya da mutsuz edeceğini. Çünkü sonra çok geç kalmış olabilirsiniz, iş işten geçmiş olabilir… Ve hakikaten birileri mutlu olabilir. Ama o kişi siz olmazsınız, bundan emin olun… O yüzden bir hayaliniz olsun. Gerekirse ‘sadece’ sizi mutlu edecek cinsten. Ve ne olur geç kalmayın. Çünkü yitip giden sizin hayatınız, benim hayatım ve bizlerin hayatı…

   Her ne kadar sistem bunu öngörmese de kendiniz için bir şeyler yapın. En azından yapmaya çalışın. Hayatınızın bir gayesi olsun. Ulaşabileceğiniz bir hedef… Ütopik şeylerden bahsetmiyorum. Gerçekleştirilebilecek olanlardan. Kim bilir belki de sizin için hakikaten ‘hayal’ olan şeylerdir sizi cezbeden. Bu yönünüzle ünlü bir mucit olabilirsiniz. İnanın bana 🙂 … Ve sadece düşünmeyin aynı zamanda uygulamaya geçirin. Ama şunu da hiçbir zaman unutmayın: Sizin sahip olduklarınız da başkalarının hayalleri olabilir. Kıymetini bilin!…

Her şey gönlünüzce olsun, Allah’a emanet olun. Bir sonraki denemede görüşmek üzere. Hoşçakalın…

Kadir YÜZEN / 11.03.2014 / 01:38

Yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele bu!

Yazmak Üzerine Yazmak

   Uzun zamandır yazmıyorum biliyorsunuz. En azından takip edenleriniz bilir. Aslında bunu da çok düşündüm: “Neden yazıyorum?”… Geçenlerde okuduğum bir araştırmanın sonuçları dikkatimi çekti ve bunu sizlerle de paylaşmak istedim. ‘Yazmak, beynin düşünme gücünü geliştiriyormuş’. Tamam, bu da bir artı olarak kabul edilebilir ama benim sorumun cevabı tam olarak bu değil. En azından beni bu konuda tatmin edebilecek yeterlikte değil. Biliyorum bir şeyler buna engel oluyor, yazmama. Yazıyorum, yazmıyorum değil ama her nedense beğenilme arzusu aklımın bir taraflarında hep duruyor. Engel olamıyorum. Halihazırda birkaç parça bir şeyler olmasına rağmen içimdeki ses bunların güzel olmadığını ve ilgi çekmeyeceğini söylüyor, ben de paylaşıp paylaşmama konusunda çekimser davranıyorum. Önceki denemelerime aldığım güzel yorumlar da bunda etkili olmuyor değil. İnsanların düşüncelerime değer vermesi ve izah ediş şeklimi beğenmesi hoşuma gidiyor aslında. Kimin gitmez ki? Bir dergi, gazete veya herhangi bir mecmuada yazıyor olsam çok da sağlıklı bir ürün verebilir miydim, merak ediyorum doğrusu. Ama yazmak zorunda olmam ve bunun bir karşılığının olması eminim buna engel olurdu. Aslında her konuda olduğu gibi bu konuda da ‘rahat olmalı’ insan. Galiba asıl cevabı biliyor gibiyim. Yazmak beni rahatlatıyor… Evet evet fazlasıyla hem de. Karşımdaki kişi ile konuşuyormuşçasına bir his veriyor çünkü bana. Gündelik hayatta utangaç ve çekimser bir kişiliğe sahip oluşum, yazın hayatında sosyalleştiriyor galiba beni. Siz de denemeli ve bir şeyler yazmalısınız. Eminim bu sizi de rahatlatacaktır. Ama bunu hiçbir karşılık beklemeden ve kaygı hali içerisinde bulunmadan yapmakta fayda var. Hem yazmak, içinizdeki bastırılmış çoğu duygunun dışa vurumudur. Belki de rahatlık hissi veren şey de budur. Diğer insanlardan da bir farkınız olsun hem canııımm 🙂 Herkes bir şeyler düşünür fakat çok azı bunu yazıya döker ve paylaşma ihtiyacı hisseder. Teşbihte hata olmazmış ama; galiba bu iş proje yazmak gibi bir şey. Projeler yazıp bir kenara koymayın, hayata geçirin…

   İtiraf etmek gerekirse bir bakıma yazamıyorum da denebilir. Her nedense bir türlü parçaları birleştiremiyorum. Hep bir şeyler eksik kalıyor. Ne bilim, belki de buna bendeki bazı şeylerin eksikliği sebep oluyordur. ‘Güzel şeyler yazabilmek için güzel şeyler yaşamak gerek’ tiğini düşünüyorum. Bu konuda yanılıyor da olabilirim. Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz çünkü. Güzel düşün ki güzel olsun derler… Haklılar da. Yazmak mı? Yaşamak kadar zor olmasa gerek… Güzel şeyler yaşamaktan bahsediyorum. Meşhur bir söz vardır, bilirsiniz. “Hiç kimse duymak istemeyen kadar sağır, görmek istemeyen kadar da kör olamazmış” diye. Hakikaten de öyle. Eğer bir şeylere baktığınızda onda bir kusur ararsanız, mükemmel ve kusursuz dahi olsa mutlaka bir kusur bulursunuz. Veya bunun tam tersini yapıp kusursuzmuş gibi de görebilirsiniz. Duyma meselesi de aynı şekilde ve bu durum, olayın işimize gelip gelmediğine göre de değişkenlik gösterir. Ve bizler çoğu zaman işimize geldiği gibi yaparız, her şeyi!.. İşimize geldiği gibi severiz, işimize geldiği gibi değer verir veya önemseriz, işimize geldiği gibi yaparız veya yapmayız. İşimize geldiği gibi arar sorar veya hiç umursamayız, işimize gelmiyorsa da çeker gideriz… Neyi çözecekse sanki bu durum! Konunun dağıldığını hissediyorum, hemmen toparlayalım. Kısacası yazmak ya da yazmamak; bir şeyleri işimize geldiği ya da gelmediği gibi yapmanın bir başka ifadesi. Buraya nerden geldiğimizin de açıklaması 🙂 Mesele de bu ya; neyin işimize gelip gelmediği… Ama çoğu zaman vakit bulamıyorum, yazmak için. Okul, dersler gittikçe yoğunlaşır oldu. Birkaç satır karalamak için bile vakit bulamaz oldum inanın. Peki ya şimdi nasıl mı buldum? Cevabı çok basit; sıkıldım, özledim ve bir farklılık olsun istedim. Yazdım çizdim işte… Söylemek isteyip de söyleyemediğim onca şeyin yerine, bu seferlik de ‘yazmak üzerine’ yazdım. Mutsuzken yazmak nasıl oluyormuş diye görmek için yazdım; sırf mutluyken o anın kıymetini bileyim, tadını çıkarayım diye. Özlediğim için yazdım; vuslatın verdiği mutluluğu tadayım diye. Sevdiğim için yazdım; aslında sevmediklerim için kılımı bile kıpırdatmadığımı göreyim diye. Bencilleştiğim, kendi dünyamdan çıkamadığım için yazdım; başkalarının dünyasını da keşfedeyim diye. Görebiliyorum da zaten. Sizler de görebilirsiniz. Denemeyi okuduktan bir ay sonra tekrar kontrol edin. Yorum yapılmışsa şayet başka dünyaları sizler de benim gibi rahatlıkla görebilirsiniz. Son olarak yazmak için yazdım; okunacak bir şeyler olsun, okumanın kıymeti bilinsin diye. Aradığım güzelliği yorumlarda değil de belki kendi içimde bulabilirim, beğenilme duygusunu da bu şekilde yenebilirim diye…

   O yüzden, nasıl yazdığınızdan çok ne yazdığınızdır önemli olan. Okunabilecek bir şeyler bırakmışsanız şayet, ne âlâ… Göremediğimiz bir şeyi görmüşseniz, ona kendinizden bir şeyler katmışsanız eğer… En önemlisi; kendi dünyanızdan çıkıp başka gezegenleri keşfe çıkmışsanız, doğru yoldasınız demektir. Bu arada, bir sonraki denemeden de ipuçlarını verdik galiba son son 🙂 Haydi o zaman bitirelim… Mürekkebiniz bol olsun kıymetli okuyucularım…

Her şey gönlünüzce olsun, Allah’a emanet olun. Bir sonraki denemede görüşmek üzere. Hoşçakalın…

Kadir YÜZEN / 07.03.2015 / 00:44

Farklı dünyaların insanlarıyız…

Planet

   Niye geçmiş bizi bu kadar üzüyor ve neden gelecek bu denli korkutuyor? Neden umutlar yeşerdiği hızla solup gidiyor da kimse buna bir dur demiyor? Ve niye aşıklar eskisi gibi uzun ve içten sevmiyor da gerçek aşklardan sadece masallarda bahsediliyor? Neden planlanan şeyler olmuyor da evdeki hesap çarşıdakine hiç uymuyor? Niye insanlar kendi hayatları yerine başkalarınınkini yaşıyor? Niçin adalet güçlünün yanında yer alırken diğerleri için sadece 6 harften ibaret oluyor? Ve neden erkekler kadınları anlamaya çalışıyor da biraz olsun kadınlar erkekleri anlamaya çalışmıyor? Neden insanları düşmanları değil de daha çok dostları üzüyor? İnsanlar neden elindekinin kıymetini bilmiyor da elde edemedikleri şeyi hem daha çok sevip hem de daha çok arzuluyor? Son olarak neden herkes kendi dünyasında yaşıyor da birilerinin hayatında yer edinmeye çalışmıyor? Hiç düşündünüz mü? Eminim yaşamınızın bir bölümünde bu vb. sorulardan en az birine cevap aradığınız olmuştur…

   Ve bu sorular böyle uzaaar gider. Sizler de bunlara daha nicelerini ekleyebilirsiniz. Ben şuan için aklıma gelenleri yazdım sadece. Sorunun veya soruların cevabı aslında çok basit. Bütün bunların cevabı son soruda saklı. Ne demek mi istiyorum? Demek istediğim şu ki Dünya’da 7 milyar insan varsa 7 milyar farklı dünya/gezegen var demektir. Ve siz bugün benim gezegenimdesiniz. Hoşgeldiniz… 🙂 Cevaba gelecek olursak: Çünkü herkesin kendine göre bir dünyası var ve herkes kendi dünyasında, kendi hayatında başrol oynuyor. Ve de mutlu olduğunu düşünüyor. En azından öyle sanıyor. Hem neden bir başkasının hayatında yardımcı oyuncu rolünü üstlensin ki? Ben olsam ben de aynını yapardım. Çünkü sizi gerçek anlamda sevenlerin dışında, çok da umursayan veya önemseyen birileri olmaz zaten. Peki, insanların gözünde bizleri bu kadar değersiz kılan şey nedir? Durun bir tahminde bulunayım: Eminim karşınızdakinden herhangi bir konuda daha iyisinizdir veya daha üstün. Veyahut da onun sahip olamadığı, istese de olamayacağı bir şeye sahipsinizdir. Olamaz mı? Hele bir de yakınınızdaki biriyse ki bu en kötüsü çünkü sürekli bir kıyaslanma durumunuz vardır. Bence gayet mantıklı… Bu nedenleri de istediğiniz kadar artırabilirsiniz ve bunlar sadece birkaçı…

   Bizler aslında bu dünyayı ve her birimiz kendi dünyasını genç yaşlarda hem de en genç olduğumuz dönemlerde yani ergenlikte inşa etmeye başlarız. Önce temelleri atar sonra da üstüne birkaç kat çıkarız. Yaş ilerledikçe de bu bina gökdelene doğru bir dönüşüm süreci izler. Her neyse konumuz bu değil. Konumuz bu soru veya soruların cevabı. Lisedeki hocalarımızın da dediği gibi ‘…açıklayınız’ ibaresine yakışır türden bir cevap gerek buna. Farz edelim ki 25 puanlık bir soru ve cevabı bir cümleyle geçiştirilecek tarzdan değil. Ben olsam birkaç bir şey daha yazardım. Yazıyorum da 🙂 Asıl cevaptan sonra bitireceğim zaten. Cevap mı? ‘Cevabı sizde saklı’. O kadar laf ettin bu mu yani dediğinizi duyar gibiyim. Cevabı sizde saklı çünkü siz ne zaman isterseniz o zaman yanıt bulacak bütün bu sorular. Nasıl mı? Seyir halindeki 72 model bir Cadillac’ta manuel bir kolla camı indirdiğinizi ve kafanızı camdan dışarı çıkardığınızı düşünün. Aracın hızı şimdiye göre her ne kadar yavaş gelse de nefes almakta zorlandığınızı hissedersiniz öyle değil mi? Buna alışmalısınız. Alışmak zorundasınız. Kendi dünyanızdan veya gezegeninizden çıkıp başka dünyaları/gezegenleri keşfin vakti geldi de geçiyor bile… Ne zaman birilerinin hayatında gerçek anlamda yer edinmeye başlar ve çıkarlarınızın önüne geçerseniz işte o zaman aslında tek bir cevabı olmayan bu tür sorulara kolaylıkla yanıt bulabilirsiniz. Evdeki hesabın çarşıya uymaması, planlanan şeylerin olmaması ve daha nicesi… Dünyalarımızın farklı oluşundan ve farklı dünyalara ayak uyduramayışımızdan ötürü… Ve düşüncelerimizin, bakış açılarımızın farklı oluşundan, hangi konuda olursa olsun nesnellikten yana değil de öznellikten yana oluşumuzdan… Kime göre, neye göre yaşıyoruz? Bir düşünün… Sorgulanması gereken soruların başında bunlar geliyor aslında. Bu arada dikkatinizi çekerim 2015 model bir araç demedim. Hele camlar otomatik hiç demedim. Anlayacağınız, bunun için çaba sarf etmeli, taş atıp kolunuzu yormalısınız. Sadece kendi dünyanızda yaşamaktan, evrenin sizin etrafınızda döndüğünü düşünmekten vazgeçin artık! Biraz da başkaları için bir şeyler yapmaya çalışın. Mutlu edin ki mutlu olasınız. Tüm bunlara rağmen hala diyorsanız ki bizler ‘farklı dünyaların insanlarıyız’ o da sizin bileceğiniz iş…

   Ha! Bu arada denemelerimde neden sürekli bir takım sorular sorup bunlar üzerinden konuştuğumu, bunlara yanıt aradığımı merak ediyor olabilirsiniz. Veyahutta eleştiriyor… Düşünmenin, irdelemenin ve sorgulamanın doğal sonuçları diyelim. Benim de tarzım bu napayım 🙂 Soru sormak ve kendi içimde bunlara cevaplar aramak… Nedenini, niçinini ve nasılını merak etmek… Hadi gelin gezegenimize birer isim vererek bu yazıyı sonlandıralım. Bu kısa serüvenden sonra şayet bir gezegenim olsaydı adı ‘Adalet’ olurdu. Ya sizinki?…

Her şey gönlünüzce olsun, Allah’a emanet olun. Bir sonraki denemede görüşmek üzere. Hoşçakalın…

Kadir YÜZEN / 03.03.2015 / 22:38

The Buffet Model / Büfe Modeli

!!! NOT !!! Çevirisini yaptığım şekilde yayınladığım için cümlelerde mantıksal hatalar olabilir. Umarım birilerinin işine yarar…

   Modellerin hepsinde bir takım tartışmalar yer almasına rağmen bu modeller başarılı bir şekilde öğretimin maliyetini azaltırken öğrenci öğrenmelerinin kalitesini de artırmıştır. Bu modellerin her biri, bir şeyi yapmanın tek bir yolu olduğu kanısında ve bütün öğrencilere aynıymış gibi davranma eğilimindedir. Esasında, bu model daha gelişmiş bir model olmasına rağmen geleneksel sınıf modeline benzer. Bu dersleri yeniden tasarlama modeli her bedene uyan standart bir modeli temsil eder. Fakat öğretme ve öğrenmede bilgi teknolojilerini kullanmanın en güçlü sebeplerinden biri, öğrenme imkânlarını kökten artırarak bunların her bir öğrenciye bireysel olarak sunulmasıdır. Bu yüzden yüksek kalitede bir ders tasarımının “doğru yolu” tamamıyla öğrencilerin çeşitliliğine bağlıdır. Öğrenme ortamı her öğrenci için özelleştirilerek kurumların daha büyük başarılar elde etmesi mümkündür.

   Öğrencilere homojen gruplardan ziyade bir birey gibi davranmak gerekir ve derslerin her birinde çok daha fazla öğrenme seçeneği sunulmalıdır. Bütün öğrencilerin neyi istedikleri ya da neye ihtiyaç duydukları konusundaki sabit bir görüşü sürdürmekten ziyade öğrenciler için daha çok seçenek imkânı sunulmalı, kurumların bu konuda esnek olması ve çeşitli ortamlar yaratması gerekir. Öğrencilerin fakülteyle, personelle, öğretim üyeleriyle ve diğer her biriyle etkileşim miktarı farklılık gösterir. Örneğin; British Open University’de yaklaşık olarak öğrencilerin üçte biri diğer insanlarla asla etkileşimde bulunmazken bağımsız olarak onların çalışmalarını takip ederler.  New York Excelsior College’ın rapor ettiklerine göre bu öğrencilerin %20 si personelle/kadroyla %80 oranında meşgul olurken buna karşıt olarak %80 i çok az bir etkileşimde bulunmaktadır.

   The Ohio State University (OSU) yani Ohio Devlet Üniversitesi her yıl kayıt yaptıran 3250 öğrenci ile kendi ders giriş istatistiklerini yeniliyor. Bu süreçte fakülte “online öğrenme ortamları” hakkında düşünerek yeni bir yol bulur ve bir benzetme ile çıkagelir.  OSU öğrencilere dersin her bir evresinde onların bireysel öğrenme stillerine, yeteneklerine ve zevklerine uygun değiştirilebilir tarza sahip olan   “büfe” stratejisini geliştirmiştir. Virginia Tech tarafından icat edilen “mağaza/dükkân” modeli gibi “büfe” modeli; bireysel öğrenmeye, öğrenci ihtiyaçlarına uyacak şekilde özelleştirilebilir geniş ölçekli öneriler sunmaktadır.

   Çünkü öğrenciler farklı yollarla öğrenir, öğrenmenin en iyi “sabit menü” stratejileri bile bazı öğrenciler için başarısız olacaktır. Buna karşıt olarak, OSU’nun geliştirdiği büfe modeli öğrenme fırsatları ile dolu olan;

  • Bireysel Keşif Laboratuvarları (sınıf içi ve internet tabanlı) – individual discovery laboratories (in-class an Web-based)
  • Takım/Grup Keşif Laboratuvarları –  team/group discovery laboratories
  • Bireysel ve Grupla Gözden Geçirme (hem canlı hem uzaktan) – individual and group review (both live and remote)
  • Küçük Grup Çalışma Oturumları – small-group study sessions
  • Videolar – videos
  • İyileştirici/Önkoşul/Metot Öğrenme Modülleri/Birimleri – remedial/prerequisite/procedure training modules
  • Çalışma Grupları İçin İletişimler – contacts for study groups
  • Sözlü ve Yazılı Sunumlar – oral and written presentations
  • Aktif Büyük Grup Problem Çözümleri – active large-group problem-solving
  • Ev Ödevi Görevleri – homework assignments (GTA graded or self-graded)
  • Bireysel ve Grup Projeleri – individual an group prejects

gibi dersler içermektedir. Bu yüzden belirli bir amaç için, öğrenciler derslerde öğrenmek ve tartışmak amacıyla benzer akılda kalıcı bir örnek seçebilir. Açıklayıcı notlar bulunan bir video sunumundaki gerçek bir örnekle ilgili görüş bildirebilir ve okuyabilir, problem çözme oturumu grubunda bir örnekle karşılaşabilir ya da bir grup projesi süresince yeni bir örnek üretebilirler. Öğrenciler bir kavramı araştırmak için; veri analiz laboratuvarlarında çalışabilir, bireysel internet tabanlı aktivitelerde bulunabilir ya da kolaylaştırılmış çalışma oturumunda kavramı başkalarına açıklayabilir.

   Başlangıçta öğrenciler büfe modeline yönelik bilgi sağlayacak; kursun içeriği, öğrenme sözleşmesi, öğrenme stillerinin amacı ve çalışma becerilerinin değerlendirilmesi ve onların öğrenme materyallerini seçebilecekleri çeşitli yollar hakkında sınıf içi oryantasyon eğitimi almaktadırlar. Online ders sözleşmesi yapmanın ve bu bilgileri nasıl kullanacağını öğrenmenin yanı sıra sınıf dışı eğitimlerde öğrenciler online öğrenme stillerini tamamlamak, çalışma becerileri aletleri hakkında ve sonuçları nasıl rapor edecekleri konusunda bilgi edinirler.

   Onların öğrenme stillerine ve çalışma becerilerine uygun olarak üretilen yazılım başlangıçta varsayılan (default)  ayarlarla gelir. Bu ayarlar öğrencilerin tercihlerine göre değiştirilebilir. Tamamlanmış sözleşme öğrenciye başarmak için neye ihtiyacı olduğunun detaylı bir listesini verir. Bu ünitelerin öğrenme hedefleri ile nasıl ilişkili olduğu ve görevlerin her bir parçasının ne zaman tamamlanması gerektiğiyle ilgili olarak 3 hafta sonraki ünite testlerine önayak olurlar. Her bir ünite boyunca ders yazılımı bireyselleştirilmiş bazda öğrencilerin ilerlemesini izler ve ihtiyaç duyulduğunda alternatif öğrenme stratejileri önerir.

   Birçok avantajının yanı sıra Büfe Modeli aynı zamanda bireysel ders öğelerinin araştırma odaklı olarak verilmesini sağlar. Florida Gulf Coast University (FCGU) Büfe Modelini kullanarak güzel sanatlar dersini yeniden tasarlamış. 30 öğrenciye ait 25 bölüm yaygın olarak kullanılan ortak bir müfredatta birleştirildi. Öğrenciler 60 gruba ayrıldı ve bu gruplardan 6 sı akran öğrenme takımı olarak oluşturulmuştur. Her biri fakülte uzmanları tarafından yeniden tasarlanan ders 6 birimden oluşmaktadır. Her bir modülün içeriği öğrencilerin çeşitli ihtiyaçlarına, farklı öğrenme stillerine göre geliştirilmiştir. Öğrenme içerikleri için seçenekler şunlardır: Canlı dersler ve tartışma, cd/dvd öğrenmeleri, laboratuvarlar ve diğer aktarılan tecrübeler, metin tabanlı materyaller, uygulama sınavları, ticari olarak üretilen videolar, web tabanlı kaynaklar, öğrencilerin sanatla ilgili hedef toplumundaki öğrenme tecrübeleri.

   FGCU bu uygulama ile iki şeyi keşfetti: 1. Öğrenciler hiçbir canlı öğrenme tecrübelerine/deneyimlerine katılmadı bunun yerine online ve yazılı materyalleri kullandılar. 2. Geleneksel modeldekine nazaran bu öğrenciler çok daha başarılı oldular. Geleneksel derslerin standartlaştırılmış ortama puanı %70 iken yeniden tasarlanan model tamamıyla uygulandığında bu oran %85 oldu. D ve F notunun geleneksel modeldeki ortalaması %45 iken yeniden tasarlanan modelde bu oran %11 oldu. Sonuç olarak FGCU canlı ders unsurlarından bazılarını ortadan kaldırmayı ve online materyallere dayandırmayı düşünüyor.

Abstract

  • Büfe modeli arka planında her bir öğrenci için öğrenme ortamını özelleştirir.
  • Öğrencilere öğrenme tercihleri doğrultusunda aynı öğrenme çıktılarına ulaşmak için bireyselleştirilmiş çeşitli yollar sunmaktadır.

  • Bu projenin tanımı; tam bir akademik planı, tam bir maliyet tasarruf planı, tamamlanmış bir ders planlama aracı (CPT-Course Planning Tool), ara/geçici ilerleme raporu, proje final raporu ve iletişim bilgilerini içerir.

  • Proje final raporu yeniden tasarlanan dersin; öğrenci öğrenmeleri ve öğrencilerin akılda tutma düzeyleri üzerindeki etkilerini ve son olarak projenin sürdürülebilir nitelikte olup olmadığını tanımlar.

Çeviri yapılan kaynak: New Models For Online Learning (Adrese Git!)

Çevirmen: Kadir YÜZEN

Çocuk olmak, çocuk kalmak ya da mutsuz yaşamak!

Çocuk olmak!  Çocuklar kadar hayatı spontane yaşayan bir varlık daha yoktur şu dünyada. Sadece anı yaşarlar. Ne geçmişin elemi, keşkesi vardır onlarda ne de geleceğin kaygısı. O küçücük dünyaları öylesine geniştir ki bunun tarifini yapmak gerçekten imkansızdır. Oysaki büyüdükçe daralır insanın dünyası; bununla ters orantılı olarak da artar derdi, tasası ve kaygısı. Ne tuhaftır ki küçükken büyümeyi, büyüyünce de küçülmeyi ister insanoğlu. “Aslında o kadar da güzel bir şey değilmiş bu büyümek!” der sonra kendi kendine. Kimi zaman da kendini en iyi hissettiği yaşta çakılıp kalmayı ister. İşte size imkansız denilebilecek bir şey daha. Hiç kimse -ilahi kudretten başka- durduramaz ki akıp giden zamanı ve inanın hiç kimse yaşayamaz ki böylesine mutlu bir anı; ‘en azından onlar gibi’. Çünkü büyümek demek her şeyi haddinden fazla büyütmek demektir aynı zamanda. O yüzden daha başından bir seçim yapmak zorundadır insan. Çocuk olmak, çocuk kalmak ya da mutsuz yaşamak! Tercih size kalmış. Aslında kalmamış. Yani tam anlamıyla olmasa da bir kısmıyla size kalmış. Tekrardan çocuk olamayacağımıza göre ya çocuk kalmayı seçmeliyiz şu dünyada ya da mutsuz olmayı. Kim ikincisini tercih eder ki. Sanki elimizdeymiş gibi bunu bir seçenek gibi sunmak da benim düşüncesizliğim doğrusu. Kusuruma bakmayın. Ama baktığınız zaman bu dünyayı daha yaşanılabilir ve katlanılabilir hale getirmenin de tek yolu bu gibi görünüyor. Yani demem o ki: ne kadar büyürseniz büyüyün ama o çocuksu yanınızı asla kaybetmeyiniz. Buna gerçekten ihtiyacınız olacak, emin olabilirsiniz…

  Modern toplumlarda modern yalnızlığa esir olmuş insanların en çok ihtiyacı olduğu şey olsa gerek ‘umursamamak‘. Egoist -bencil- bir tavırdan söz etmiyorum. Sadece kendi sorunlarına yönelik ‘çok takmayan ve umursamaz’ bir tavır sergilemekten bahsediyorum. Önce olaya toplumsal olarak bir göz atalım isterseniz sonra bunu bireye indirgeriz. Bizim toplumumuz, bizim insanımız kadar karşısındakini teselli edebilme yetisine sahip bir başka toplumun daha olmadığı kanaatindeyim doğrusu. Kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş derler ya; ilacı olan bir kel olup, o ilacı kendi başına süremeyen bir toplumdan bahsediyorum özetle. Aynı veya benzeri bir probleme sahip olup karşısındakine sunduğu çözüm önerilerini kendisinde tatbik edemeyen bir toplumdan. Sonra insanımız neden mutsuz diye araştırmalardan kendini alamayan ve buna literatürde isim arayışı içerisinde olan uzmanlar çıkıveriyor piyasaya. Neyse konumuz bu değil. Sorun; birey olarak mutsuz olmak. Birey olarak mutsuz olmak demek de toplum olarak mutsuz olmak demektir. Toplumu oluşturan yapı taşıdır çünkü birey.  Hani denememin başında da dedim ya “Büyümek demek her şeyi haddinden fazla büyütmek demektir aynı zamanda.” diye. Sizce de öyle değil mi? Arkadaşıyla kavga eden bir çocuk düşünün. Sizce öfkesi ne kadar sürer? Kin tutar mı dersiniz? Her fırsatta yaşanan tatsız şeyleri başa kakar mı peki? Veyahut olaya bir de şu açıdan bakalım. Öyle bir çocuk düşünün ki gelecek kaygısı içinde. Geçmişin pişmanlıkları, geleceğin endişesi ve günün sıkıntıları sarmış dört bir yanını. Mantıklı mı sizce? Bence hiç de mantıklı değil. Bir kere ‘çocuk’ kelimesiyle bağdaşmayan şeyler  bunlar. Verdiğim bu iki örneği yetişkin bir insan üzerinden değerlendirdiğimizde her şey bir anda ne kadar da karmaşık bir hal alıyor öyle değil mi? Sorun yetişkin bir birey olmak mı peki? Hayır! Sorun; ‘çocuk kalamamak‘…

  İstediğim; insanoğlu büyüsün, büyüsün ama dertleri büyümesin. Hep çocuk kalabilsin. Problemleri ve sıkıntıları hep çocukça olsun. Ya da bütün bunlara çocukça bakabilsin. Çok daha güzel, mutlu ve huzurlu yarınlar görmek, çocuk kalabilmek ümidi ve dileğiyle…

Her şey gönlünüzce olsun, Allah’a emanet olun. Bir sonraki denemede görüşmek üzere. Hoşçakalın.

Kadir YÜZEN / 13.07.2014 / 11:43